Hannibal’dan Kazanmak ve Başarmak Üzerine Ne Öğrenebiliriz?

Günlük hayatta konuşurken, yazarken kullandığımız kelimelerin düşüncelerimiz ve hayatımız üzerinde ne kadar etkili olduğunu hiç düşündünüz mü? Düşünce, dille birlikte gerçekleşiyor ve kullandığımız kelimeler ne düşündüğümüz ve nasıl düşündüğümüz üzerinde derinden etkili. Yeni bir dil öğrenirken, en çok derdini çektiğimiz şey kelimeleri öğrenmektir. İfade etmek istediğimiz şeye karşılık gelecek kelimeyi net olarak bilemediğimiz için çaresiz kalırız.

Bireysellikten uzaklaşıp, konuya büyük resimde baktığımızda dil aslında bütün bir toplumu anlamak için kilit kavramlardan biri. Moğolcada kar yağış şeklini nitelendirmede kullanılabilecek yirmiden fazla sıfat var. Türkçede kar yağışını tasvir eden kaç sıfat sayabiliriz? En fazla dört yada beş. Türkçe olarak ‘iş’ diyip geçiyoruz fakat İngilizceden iş olarak çevirebileceğimiz ‘business’, ‘work’ , ‘job’ gibi – anlam olarak da – farklı karşılığı var. ( Serdar Kuzuloğlu‘nun Kelimelerin Gücü Adına başlıklı yazısı bu konuda mutlaka okunması gereken bir yazı.)

Sevgili Mehmet Doğan‘nın tavsiyesi ile beni oldukça etkileyen bir kitapla tanıştım: Hannibal and Me. 2014 yılı içerisinde en zor bitirdiğim kitap oldu. İçerisinde bulunan fikirleri tam olarak anlayabilmek – sindirebilmek – zaman gerektiriyor. Bazı bölümleri hatta bazı cümleleri okuduktan sonra bile ara verip, üzerine düşünmeniz gerekiyor. Bu şekilde düşündüren cümlelerden bir tanesi – bu yazının özeti de olabilir – şuydu;

‘Winning is not same as success, but sometimes you have to win in order to be successful, or at least in order to avoid failing.’

Winning vs Success

Winning ve success kelimelerini Türkçe’ye çevirmemiz gerekse kazanmak ve başarmak olarak çevirebiliriz. Kazanmak ve başarmak arasında sizce nasıl bir fark var? Bunu hiç düşündünüz mü? İngilizce olarak winning vs success karşılaştırması yaptığımızda aradaki farkı biraz daha net görebiliyoruz. Fakat çılgınlar gibi ‘başarılı’ olmak isterken, ‘kazanmak’ ile ‘başarmak’ arasındaki farkı net görebiliyor muyuz? Hannibal’ın hikayesiyle aradaki farka biraz daha yakından bakalım.

Hannibal

Hannibal, Kartacalı bir general. Çocukluğunda babası tarafından Roma imparotorluğuna büyük bir nefret ve intikam duygusu ile büyütülüyor. Babası ile birlikte Roma’ya karşı savaşlara katılıyor. Babası Roma’dan intikamını alması için Hannibal’a ant içtiriyor ve Hannibal’ın hayatındaki tek hedefi Roma’dan babasının intikamını almak oluyor.

Babasının ölümünden sonra ordunun başına geçen Hannibal’ın Roma ile mücadelesi başlıyor. Askeri ‘dehası‘ ile Roma’ya büyük yenilgiler yaşatıyor. (Yazıdan bağımsız olduğu için belki de en heyecanlı olan neler yaptığı bölümünü atlıyorum.) Hannibal tüm bu zaferleri yaşarken bir problemle karşılaşıyor. Savaşları kazanıyor, Roma’ya çok ağır yenilgiler yaşatıyor fakat sonrasında ne yapması gerektiğini bilemiyor. Düşmek üzere olan sallantıdaki Roma’yı onca zafer sonrasında ele geçirip, yok etmeyi kurmayları dahil kimse ikna edemiyor.

Uzun süren savaşlar sonrasında Roma, Hannibal’ın stratejilerinin aynısını Hannibal’a karşı uygulamaya başlıyor. (Bu üzerine birçok yazı yazılabilecek bambaşka bir konu.) Hannibal kazandığı onca zaferden sonra yenilgilerle karşılaşmaya başlıyor ve geri çekiliyor. Roma askerleri Hannibal’ın izini sürerek, onu yok etmek istiyorlar. Bugünkü Gebze sınırları içerisinde Hannibal’ı buluyorlar. Hannibal, Roma askerleri kendisine ulaşmadan, yüzüğündeki zehiri içerek ölüyor.

Kitabın yazarı Andreas Kluth ilk gençliğinden itibaren Hannibal’ın hayranı. Bir bankada çalışıyor, terfiler alıyor, ‘başarmak‘ için uğraşıp, didiniyor. Bir gece yine bir Hannibal belgeseli izlerken kendisi ile Hannibal arasında olan benzerliği fark ediyor. Hannibal savaşları kazanıyordu fakat sonuçta başarısız oluyor. Andreas ise bankada terfiler alarak yükseliyorum fakat bu beni başarılı yapacak mı sorusunu kendisine soruyor. (Sonrası mı? Tahmin edebileceğiniz gibi istifa.) Şimdi çuvaldızı kendimize batırma zamanı!

Nasıl ‘Başarılı’ Olacağımızı Kendimize Soruyor muyuz?

Hannibal’dan öğrenmemiz gereken çok önemli dersler var. Hannibal askeri olarak oldukça yetenekliydi. Stratejisi ve taktikleri ile kendinden katlarca büyük orduları alt ediyordu. Roma’ya büyük bir korku salmıştı. Fakat kendisi için başarının ne olduğunu bilemiyordu. Kazandıkları, başarmak için kullanacağı sadece birer ara elamandı. Eğer başarının ne olduğunu bilebilseydi, kazandıkları gibi kaybettiklerini de bir ara elaman olarak başarmak için kullanabilirdi! Fakat kazanmaya odaklanmak, onu, başarıyı keşfetmekten ve başarıya ulaşmaktan mahrum kıldı.

Şimdi önemli haberi veriyorum: Bugün hepimiz, Hannibal ile aynı kaderi paylaşma riski ile karşı karşıyayız. Bir koşuşturmaca içerisinde sürekli kazanmak için oradan oraya saldırıp duruyoruz. Fakat kendimize başarının ne olduğunu hiç soruyor muyuz? Kazanmak için onca uğraştığımız şeyin bize dilediğimiz anlam ve akışı sağlayıp, sağlamayacağını hiç düşündünüz mü?

havuç

Başarmak için, başarabilmek için ihtiyacımız olan şeyin ne olduğunu bilmek kadar bizi güçlü yapabilecek başka bir şey var mı? Ne istediğimizi, neden istediğimizi bilmeden (yani çekirdek ideolojimizi bilmeden) sadece ‘kazanmak’ uğruna bunca koşturmacamız ne kadar sağlıklı? Önümüze konan havucu ‘elde ettiğimizde’ (çünkü teknik olarak kazanmış olmuyoruz) yaşayacağımız suni başarı duygusu gerçekten bu kadar önemli mi? Geri dönüşü olmayan, büyük bir hızla elimizden akıp giden ve tek sermayemiz olan zamanımızı nasıl harcayacağımızı belirlerken, ‘havuçlara’ bakarak karar vermemiz mi sağlıklı yoksa prensiplerimize/karakterimize bakarak mı? Bunların üzerine biraz düşünmemiz gerekiyor.

Kitabın kapak cümlesinin ‘What History’s Greatest Military Strategist Can Teach Us About Success and Failure‘, son paragrafının ise ‘Don’t agonize about success or failure. Just do what you must do as well as you possibly can. In the process you may eventually transcend triumph and disaster. That is how to meet those two impostors.‘ olması aslında rastlantısal değil. Rudyard Kipling‘in If (Adam Olmak) şiiri ile bu yazıyı sonlandıralım.